30.01.2014 / Engelsiz Adalet Paneli, ANKARA
 
 
İçinde bulunduğumuz çağ;  biz engellilere değerli bir güç sağladı. Engelli hakları küresel bir çözüm platformunda anlaşılmaya, geliştirilmeye ve gözlemlenmeye başlandı. Türkiye, BM Engelli İnsan Hakları Sözleşmesi’ne 2007 yılında imza attı, 2009’da da sözleşme Bakanlar Kurulu’nda onaylandı. Sözleşmenin gerekleri bugün ne kadar uygulanıyor? Buna dair kuvvetli şüphelerimiz var.

Ancak yerel olarak önümüzde önemli bariyerlerimiz duruyor:

Bu bariyerlerin bazıları devlet bariyeri, bazıları kültürel bariyerler. Kısaca göz atmak isterim.

Maliye Bakanlığının; “Engelli haklarını kullananlar sahtekardır” algısı önümüzdeki en ciddi düşmandır. Bu durum; rapor indirimlerinden, hakların yönetmeliklerle tırpanlanmasına kadar çok çeşitli alanlarda karşımıza çıkıyor.

Engelli haklarına ilişkin sorumlulukları olan bakanlıklar ise maliyeti ağır destekleri mümkün olduğunca kısmaya, kırpmaya çalışıyorlar. Örneğin Milli Eğitim Bakanlığının  engelli  eğitimine ilişkin kadroları yeterli sayıda ve kalitede  yetiştirmemesi, sağlık bakanlığının  engelli ihtiyaçlarını zorlu yönetmeliklere bağlaması gibi..

Kamu kurumları erişilebilirliği sözde bir hedef olarak koyuyor. Çünkü erişilebilirlik için gereken uzmanlığı ve altyapıyı sağlamıyor.

Uluslararası sözleşmeleri imzalamak ama sorumluluklarını yerine getirmemek bizim hükümetin geleneği. Dostlar alışverişte görsün. Oysa uluslararası sözleşmeler sizin uluslararası topluluğa ait olmanızı sağladığı gibi çok temel sorumluluklar da yüklerler. İmzaladığınız her şeyi ülkenizde gerçekleştirmeyi taahhüt etmişsinizdir.

Bunu söylediğimizde herkesin aklına önce bir türlü organize edilemeyen erişilebilirlik geliyor ama ben erişilebilirliği bile daha az önemli buluyorum.  Sözleşmeyi imzalamış olmamıza rağmen sözleşmenin en temel engelli tanımını bile ihlal ediyoruz biz. Engellilerin haklarından yararlanmaları için belirleyici olan sağlık kurulu raporlarını belirleme yönetmeliği ve uygulaması sözleşmede ki tanımla taban tabana zıttır.

Sözleşmeye göre engellilik, “Bireylerin, diğer bireyler ile birlikte eşit bir temelde topluma tam ve etkili katılmalarına olanak tanımayan tutumlar ve çevresel koşullardan etkilenmesinden kaynaklanır.” Bunu imzalamış bir ülke olarak biz, engelliliği kendisini devlet safında hisseden, talimatlandırılmış hastanelerden aldığımız rapor insafına göre tanımlıyoruz. Böyle olunca bu tanımın dışında kalan engelli zaten haklardan yasal olarak yoksun kalıyor. Ya da engelliler için vergisiz araç hakkı örneğin, hangi kolunuzun olmadığına göre veriliyor. Ben alamam sağ değil sol kolum olmadığı için mesela.

Hadi diyelim insaflı bir heyete denk düştünüz, bu kez Maliye Bakanlığı raporunuzu yeniden düşürerek gelir vergisi indirimini ve emeklilik haklarınız kısıtlar. “Deli mi bunlar, niye yapıyorlar,” diye düşünebilirsiniz. Cevabı çok basit;  Sözleşmeyi imzalayıp, modern devlet itibarına sahip olmak, ama bu sözleşmenin haklarından mümkün olduğu kadar az engelliyi yararlandırıp sinekten yağ çıkarmak.

Hükümetin bu konuda oldukça samimiyetsiz olduğuna dair bir tecrübem var: Engelli Haklarını Araştırma Komisyonu kurulması yönünde bir önerimin hiç duyulmamış olması.

Önerim duyulmadığı gibi yangından mal kaçırır gibi; benden; yani bu komisyonun sorunlarını araştırmak zorunda olduğu en yakındaki engelliden,  tamamen gizli bir şekilde insan hakları komisyonu başlığı içinde engelli hakları komisyonu kuruldu.  Çünkü ben işin içine girersem çıta evrensel seviye yükselecek ve gerçek sorumlulukla yüzleşilecekti.

Oysa sorumlulukla yüzleşmek değil, engelli konularına şefkat gösterir pozisyonda olmaktı amaç. Nitekim öyle oldu. İki yıldır engelli hakları yerlerde sürünüyor. Malum komisyon değil engelli hakları üstüne bir uzmanlık geliştirmek, tam aksine giderek perişanlaştırılan şartları bile görmezden gelmeyi seçti. Dolayısıyla da işlevsiz bir hale geldi.

Hükümet engelli sorunları araştırma komisyonunu istemez.  Çünkü engellilerle ilişkisi hak üstünden değil,  ihsan üstünden yürüyor. “bak, sana bu ay 200 lira verdim, sesini kes otur!”  ya da “Sana iş verdim, hala nankörlük ediyorsun, ben ne yapayım ortopedik engelli olarak çay taşıyamıyorsan *”  mantığı hâkim.  Ayrıca engellilere yasalarla verilen haklar, yönetmeliklerle geri alınıyor. Hayatlarını kolaylaştırmak için sağlanmış imkânlar, elde edilebilmek için kabusa dönüşüyorlar.  Bir çocuğumuz var Saffetcan, 20 yaşında ve yatağa bağımlı engelli.  Kronik olarak pad kullanması gerekiyor ama aile her hafta en az iki kez Saffetcan’ı bunu ücretsiz alacakları eczaneye taşıyıp,   gerçekten kronik engelli olduğunu göstermek zorundalar. Aksi halde padları ücretsiz alabilmeleri mümkün değil.  Hükümet hak kullanımı hileleri ile baş etmek için,  engellinin engelini her  basamakta ispatını zorunlu kılmış durumda.

Engellilerin hakları TBMM gündeminde söylem olarak yer buluyor? Tıpkı medyada da bulduğu  üzere.

Politik bir kullanım olarak, sanal bir meseleden söz etmek olarak yer buluyor. Beni en çok şaşırtan, engelli haklarının yasalaştırılması ve yasaların uygulanması TBMM nin gücü içerisinde ama dinleyince sanırsınız ki, bir başka otorite bundan mesul. Ve siz de adeta sorunları “o sanal otoriteye” hatırlatan bir STK’sınız. İronik değil mi?

STK demişken hemen oraya da kısaca göz atmak isterim.

Ülkemizde engelli sivil toplum kuruluşlarının sayısı 5000 civarında olmasına rağmen “Vatandaş/kentli” ortak paydasında ve herkes için erişilebilir koşullarda çalışan kurumlar yok kadar az.

Gerçekten büyük imkânsızlıklarla çabalayanları tenzih ederim ancak kimi engelli sivil toplum kuruluşları  üyelerinin aidatlarından değil hükümetin uygun gördüğü bütçelerden sağlamaktadır. Bu da onları ihtiyaç guruplarının haklarına değil; siyasi iktidara bağımlı kılıyor.

Ve bu yaklaşım o kadar güçlü ki; engellilerin toplumsal hayata katılımı devlete yük getirecek diye küçük ve çok zor koşullara bağlı para yardımları ile eve kapanmaları teşvik ediliyor. İtiraz eden olursa o küçük yardımı da kaybediyor.

Onları sokağa çıkaracak çalışma alanları tıkanmış durumda: 4857 ve 657 sayılı yasalarda belirtilen engelli istihdam kotaları doldurulmamış durumda ve doldurulmadığı için bir takibat ta yok. Hükümet engelliler konusunda durumun nasıl vahim olduğunu bildiği için bu konudaki rakamlar hakkında asla şeffaf davranmıyor.  Dolayısı ile bizler aysbergin altını, resmi açıklamalardan değil, bize her gün başvuran yüzlerce engellinin perişan profilinden görüyoruz.

Kültür olarak; engellilerle birlikte iş hayatında olmaya bir şekilde direndiğimize inanıyorum. Siyasi olarak da bu kadroların ihtiyaçlara göre değil, parça parça zaman hesaplanarak ulufe olarak dağıtıldığını düşünüyorum.

Daha tuhaf bir durum var.  Engelli istihdamı konusunda örnek olması gereken kamu kurumları engelli kotalarını doldurmak yerine ceza ödemeyi tercih ediyorlar.

Milletvekili olmadan önce biri bana ülkenin çok önemli bir siyasi konusu olarak kendi bacağımla ilgili 3 kez basın toplantısı düzenleyeceğimi ve yüzden fazla medya kuruluşuna demeç vereceğimi söyleseydi, Aziz Nesin öykülerinden çalınmış bir mizah olduğunu düşünürdüm. Ama ben bunu yaptım hem de büyük ciddiyetle..

İlginç olan kolumda protez ama her nedense bu siyasi olarak ilgi çekmiyor. Çünkü sanırım bir bacağın mekanik olarak görünmesi,   önyargıları hayli zorluyor.  Ve bana sürekli olarak pantolon giymem telkin edildi.  Estetik kaygıların ne kadar muhafazakâr olduğunun da bir yansıması sanırım.   Politik olarak bana öfkelenildiğinde en çok karşılaştığım hakaret, “ Allah’ın verdiği bu cezaya rağmen hala ıslah olmamış olmam”  politik bir karşılık olarak kullanılıyor.   Milletvekili olmadan önce oldukça mütevazıydim. Bacağımla barışık yaşamamın pekte önemli bir cesaret olduğunu düşünmemiştim. Ama şimdilerde üstüme bir kibir geldi. Meğer nasıl katı bir kuşatmaya karşı direnmişim.  Basbayağı önyargıları sallamışım)

Engellilerin yaşam koşullarının düzeltilmesi için ilk etapta el atılması gereken alanlar ne yazık ki üstten bakılarak tekrarlanıyor.

Oysa, herkesin unuttuğu bir şey var. Engelli hayatı çok pahalıdır. Kamu araçlarını kullanmak neredeyse imkânsızdır. Eğitim için araç gereçler çok özel olduğu için zor bulunur ve maliyeti yüksektir.  Engelli hayatını kolaylaştıran araç gereç ya da ilaçlara maddi olarak da fiziki olarak da erişmek oldukça zorludur.  Başkalarının kolayca yaptığı sıradan işler için siz ağır emekle beraber, oldukça yüksek ücret ödersiniz.  Engelliler için sunulan buluşları, imkânları ve hakları öğrenmeniz çok çetrefillidir. Her zaman kendinizin topluma bir yük olduğunu düşünürsünüz.  Siz düşünmeseniz toplum size hatırlatır.  Sosyal devlet kültürünün olmadığı toplumlarda önce para gerekir.. Maddi imkânlar, bu zorlukları aşmanın ilk basamağıdır.  Ardından sosyal devletlerin sorumluluklarını yerine getirme ahlakı önem kazanır. Engelli eğitimi ve bu eğitime ulaşım sihirli bir kapı gibidir.  Sağlık imkânlarının zahmetsizce sunulması bu zor hayatı kolaylaştıran bir başka unsurdur.

Ayrıca engellilik kategorize edilemez. Sözünü ettiğimiz her parçası bambaşka işlev gören insan vücudu. Her engellinin yoksunluk oranı farklı olduğu için ihtiyaçları da farklıdır. Bu nedenle engelli hakları standart tanımlarla sunulamaz. Tanıma uymadığı zaman, tıpkı şimdi kurnazca yürütüldüğü gibi hakkı vermezsin.  Ama hakkı alamayan hala engellidir.

Sosyal Devletin, sosyal güvenliğin karnesi; engellinin hayat standardı üstünden verilir.

Başkasına ait bir hakkı kullanıyorsak o hakkın gerçek sahibi kullanamıyordur. Temel ilke bu. Hak sahibi hakkını kolayca öğrenemiyorsa, sadece kağıt üstündeki haklardan söz edilir.

Engelli bireyin önünde duran imkansızlıklar onun hayat kalitesini yükseltme isteğini yok ediyor. Zorluklar aile ile birlikte yaşanıyor.

Toplumdaki önyargıların kırılması konusunda ki çalışmalar bazen beni üzüyor. Çünkü engelli farkındalığı yaratma projeleri enflasyona uğramış gibi geliyor. Gerçekten bu projelerin bizi bir salgın gibi kuşatıp kuşatmadığından emin olamıyorum. Elbette son derece iyi niyetle yapılıyor ama beklenen sonuç alınıyor mu kaygılarım var. Oysa daha ilkokul dönemlerinde diğer çocuklar engelli çocuklarla kaynaştırılsa, birlikte okumayı öğrenseler birbirlerini tanısalar, engelliliğin hayatın bir parçası olduğunu öğrenirler.  Önyargılar, projelerle kırılmaz. Engelliye hayatın her alanında doğal olarak yer verdiğinizde kırılır.  Bu yeri vermemekte direnirseniz, etkileyici projeleri yaptığınızla kalırsınız.  Engellilik insanlık var olduğundan bu yana parçamız olan bir gerçekliktir. İnsanlık;  ayrıştırma ya da göz önünden çekmenin değil, kaynaştırmanın insan hakkı olduğunu uzun bir süreç sonunda öğrendi.

Beni, engelli filmleri projeleri, engelli otobüsü, engelli kahvaltı toplantıları gibi ayrıştırıcı bakış üzüyor. Oysa doğal olan bir filmde engellinin de hayatın bir parçası olarak yer almasını sağlamak, bir otobüse engelinin de bineceği erişimi sağlamak, bir kahvaltıya engellinin katılmasını enteresan bir olay saymamaktır gibi düşünüyorum.

Aslında çözüm çok basit; Temel hak ve özgürlüklere herkes gibi ve kadar engellilerin de ( kolayca) ulaşmasını sağlarsanız sorunu temelden kaldırmış olursunuz.

Tekrar hatırlatmak isterim ki; ülkemiz yaşlılar, hamileler, çocuklar, hastalar için hazır olduğunda, engellilere de hazır olacaktır. Bir imtiyaz olarak değil;  hayatın doğal bir parçası olarak.

Şafak Pavey