for English click here; Speech by Safak Pavey at the European Parliament, Dersim Conference

 

Ortak yaşama hayalimiz büyük bir tehdit altında.

Benim ülkemde dünyanın en iyi piyanistlerinden biri Fazil Say ateistlikten yargılanıyor. Böylece devlet nezdinde ateist olmanın cezasının bir buçuk yıl olduğunu da anlamış olduk.

Türkiye’den medeniyetler arasındaki uzlaşmaya ve dinler arasındaki barışa katkı sağlaması bekleniyordu. Ne yazık ki Türkiye içerdeki siyaseti ile zaten gergin olan ülkeyi mezhepsel barut fıçısına çevirdi.

Bizde teori ile pratik arasında ciddi bir uyumsuzluk var. Kopenhag kriterlerini teoride yere göğe koyamazken pratikte Suriye konusu bile Turkiye’deki Alevi düşmanlığı ile yürütülüyor. Bu nefret soylemi dalga dalga aşağıya doğru yayılıyor. Oysa iki ülkedeki mezhebin inanç skalası oldukça farklıdır. Kaldı ki tıpatıp aynı bile olsa bu tür bir kışkırtma demokrasi ahlakına kesinlikle oturmaz.  Daha çok karanlık bir siyasi amaçla örtüşür.

AKP, Batıya dini bağnazlığa izin vermeyeceği hakkında teminat veriyor. Ama gücünü korumak için beslediği bağnaz damar bir gün onu teslim alacaktır. Yarattığı canavara Kemalizm’in son Müslüman kuşağı olarak kurban gitmesi kaçınılmaz. Sırada onun yerini almak için sabırsızlıkla ellerini ovuşturan radikaller bekliyor.

Alevi bir arkadaşım var. Annesi Elazığ’da yaşıyordu. Her Ramazan’da sahura kalkıp, mutfak ışığını açıp yeniden uyumaya gidiyordu.  Taşrada Sünni numarası yapmaktan o kadar bezdi ki, sonunda İstanbul’a kızının yanına yerleşti. Büyük şehir de görünmez olacağını umuyordu. Fakat İstanbul’un tıka basa varoşlarında da sahur sınavından geçemedi. Büyük şehrin komşuları da kızılbaş olduğuna dair ipucunu yakalamışlardı. Alevi olduğu ortaya çıkınca malum hikâye yeniden başlamıştı. Komşuların ayakları kesildi. Pişirip dağıttığı aşureler gözünün önünde çöpe döküldü…

Gelecek Ramazan’da Almanya’da yaşayan akrabalarının yanına gidecekti. 76 yıllık ömründe ilk kez Ramazan da oruç olmadığını saklamayacaktı. Ne yazık ki onu Almanya’da özgür bir Ramazan yaşayamadan bir süre önce kaybettik. Sünni’ymiş gibi yapmak mecburiyeti göz önüne yeni yeni geliyor olabilir. Ama benim çocukluğumdan bu yana izlediğim bir gerçekliktir…

Aleviler için hayat hiç kolay olmadı. Yakıldılar, kesildiler, yok edildiler. Başlarına gelenin AKP hükümeti nezdinde Başörtüsü kadar bile değeri olmadı.

Bizim coğrafyamızda en kalbi kırık bölge Munzur’dur. Bir coğrafi bölgeyi anlatmaktan çok, tarihi boyunca maruz kaldığı siyasal müdahalelerin yarattığı derin toplumsal tahribatla, belleklerde yer etmiş kültürel bir travmayı yansıtır. Türkülerin ve kederli destanların coğrafyasında tarihin hiçbir acısı çıplak gözle görülmez. Şairin dediği gibi herkesin bildiği gizli, eski bir sır olarak fısıldanır. Toplumsal huzurun gölgesine yerleşmiş siyasi bir hayalet olarak dolaşır.

Kuşkusuz Dersim uzmanı değilim ama insani değerler üstünden bütün toplumsal kalp kırıklıklarını hissedebildiğime inanıyorum.

AB Parlamentosu küçük ilimiz Dersim’in Türkiye siyasetinin merkezine yerleşmiş olmasının nedenini anlamakta güçlük çekebilirler. Açıklamak isterim. Çünkü Dersim devletle, katı sünni kamuoyu görüşünün tıpa tıp uyuştuğu tek yerdir.

Orta Doğu’da tarih, hiçbir yerde olmadığı kadar büyük önem taşır. Çünkü başımıza gelen her kötü şeyin tarihten kaynaklandığına inanmak, bizi şimdiki zamanın sorumluluklarından kurtarır.. Dolayısı ile Başbakanın 1930’ların sonunda Dersim’de yaşanan katliamla ilgili özrünün samimi olduğuna inanmak çok zor… Çünkü Dersim için özür dilerken, diğer yandan Aleviliği yuhalattı. Böylece seçmenine Aleviliğin sakıncalı olduğunu tekrar tekrar hatırlattı. O halde bu özür neyi kapsıyor?

Asıl amacının CHP’ye yönelik bir siyasi hamle olduğuna inanıyorum. Alevi bir genel başkanı ideolojik olarak köşeye sıkıştırmak için yaptığını düşünüyorum.

Gücün zirvesindeyken geçmişte yapılanı bugün yaptıklarıyla onarmadığı sürece bir arada yaşamaktan nasıl söz edebiliriz?  Başbakan camiiye doyamıyor. Türkiye’nin dört bir yanı sayısız camii ile çevrilirken hala cem evlerine izin verilmiyor. Ruhban okulu açılmıyor. Buradan bir çağrı yapıyorum. İstanbul’un Çamlıca tepesine sadece Camii değil Cemevi, Kilise, Sinagog, Zerdüşt tapınağı da yapalım. Ve hepimiz sırtımızda tuğla taşıyalım.

Türk modernleşme denemesinden neredeyse yüzyıl sonra, Türkiye ılımlı İslam modelini temsil etme gibi bambaşka bir noktada duruyor. Ve dışardan bakan gözler içerdeki muazzam Sünni dönüşümü değil sadece bu duruşu fark edebiliyorlar.

Bu nedenle Türkiye’nin İslam ile demokrasi uyumunun mükemmel örneği olduğu üstüne nice makale okuyabilirsiniz.  Yoksa inanç sistemleri düşmanlarını yenmekte paralel sistemler mi üretiyorlar?  Bir batılı için buna bakmak gereksiz bir teferruattır. Ama inanç kültürünün dinamikleri,  toplumun bütün farklılıklarını kendi gücü içinde eritiyor ve yok ediyor. Laikliğin bütün sınırları zorlanıyor. En liberal politikacı bile dinle zayıf bir bağı olduğundan söz etmeye cesaret edemez. Aksi siyasi intihardır.

Kimilerine göre bu mahalle baskısı. Ben ise ilahi emirle dünyevi kuralları arasındaki tercih diye adlandırmayı tercih ediyorum.

Batı dünyası Türkiye üzerinden ılımlı bir İslam modeline çok inandı. Ancak bir süre sonra, beş yaşında Kuran hatmedip, dokuz yaşında ilkokuldan mezun, on iki yaşında çocuk gelin, on yedisinde beş çocuk anası olan Türkiyeli genç kadınlar için endişelenecekler.

Batılılar, kendi ülkelerinde asla tahammül etmeyecekleri bu rejimi övgüyle Türkiye sekülerlerine tavsiye ederek garip bir duruma düşüyorlar. Hükümetin, ele geçirdiği devletin korunmasını, insan haklarından daha önde tutması bile sorun olmuyor..

Avrupa’daki Türklerin topluma katılımı Avrupa için sorun. Ama aynı özellikleri taşıyan Türkiye’deki Türkiyelilerin dönüşümü sorun değil.  Çünkü uluslararası topluluğun Türkiye’den beklediği insan hakları standartı çok düşük.

Ölümcül bir yanlış olarak bizde laikliğin derin kökleri olduğu varsayılıyor. Oysa katı İslam kültürü içinde seküler hayat sazlıkta yetişen bitkiler gibi köksüz ve yüzeyseldir. Bunun yeryüzündeki tek denemesi olan Türk tipi Müslüman toplum ise hızla katı Sünni topluma dönüşmektedir.

AKP’nin 74 milyon içinde ancak 80 bine inmiş sayısı ile toplumda hiçbir belirleyici değeri kalmamış gayrimüslimleri hoş görüp, Alevileri aşağılaması da tam olarak bu dönüşümün en ciddi kilometre taşıdır.

Size garip gelebilir ancak otuz yıldır siyaseti darbecilerin kanunları belirliyor. Buna 10 yıllık AKP iktidarı da dâhildir. Bu realiteden de anlayacağınız gibi, Siyasal İslamcılarla ordunun dostları değil ama düşmanları ortaktır.

Ülke de hatalarla yüzleşme geleneği olmadığı için herkes komplolarla teselli buluyor. Dışarıdan gelen her şeye şüpheli bir temkin ve kaygı ile bakılıyor. Böylece ortaya tuhaf bir durum çıkıyor. İslamcıların, Batılı gibi yaşadıkları için nefret ettikleri sekülerler, Batıdan en az İslamcılar kadar nefret ediyorlar.

Üstelik içkiyi bir kenara bırakırsak, ordunun muhafazakârlıkta AKP’den aşağı kalır yanı olmadı. Hatta Laikliğin bekçisi olarak tanımlanan ordu otoritesini İslam’ın tartışılamaz gücü ile sağlamıştı. Bugün unutulan bu minik ayrıntı bütün sürecin rotasını çizmişti. Dolayısı ile ordunun Sekülarizmi tamamen kâğıt üstünde kalmıştır.

Örneğin 724 kişilik Kore savaşı şehitlerinin listesinde, hayatını kaybeden Ermeni Jak Arad yoktur. Harp okullarına örtülü olarak Alevi, aleni olarak Yahudi, Rum, Ermeni, Süryani alınmaz.

Çünkü hem önceki Kemalist modelde hem de şimdiki Vahabi modelde Mezhep farkı din farkından daha ağır bir suç olarak kabul ediliyor.

Çünkü Alevilik sekülerliği günlük yaşamda bir kültür olarak muhafaza etmektedir. Kültürel değerlerin küresel olarak bu kadar önem kazandığı bu yüzyılda bir şansları olabilirdi.  Ama İslam içinden ayrıştığı kabul edildiği için de sapkın bir mezhep olarak adlandırılıyor. Ve İslamcılar tarafından kültürel soykırıma uğruyorlar.  Oldukları gibi yaşatılmadıkları için kültürlerini kaybetmek üzereler.

Diyanet Sünnilik dışında hiçbir inanca bütçe ve onay sunmuyor. Diyanetin katı Sünniliği aramızdaki derin uçurumu resmileştiriyor, meşrulaştırıyor. Bunlar değiştirilmediği sürece geçmişle yüzleşmeyi biz geleceğe hazırlanmak için yapmış olmayız.

Ancak Avrupa Parlamentosunda böyle bir toplantı yapılması çok önemlidir. Umarım bizden sonraki kuşaklar için de bir Devletin 34 kacakci cocugu oldurdugu ve hukumetin bunda hicbir anormallik bulmayarak ozur bile dilemedigi Uludere icin bir konferans yapmak zorunda kalinmaz..

Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum.

 

Safak Pavey