1-    13 sayısı gerçekten uğursuz mudur? (özellikle “13 numaralı peron”)

Sanırım Mayıs 1996 yılına kadar hiç düşünmemiştim bunu. Sonra geçirdiğim felaketin muhatabı ilan ettim,  ama artık hiç  kırgınlığım yok 13 numaralı perona. Gelip geçici bir öfkeden payını aldı diyelim.)

 

2-    19 yaşın deli doluluğunda ve bedenin “tam”lığında hayatın anlamı nedir?

Grunge giysiler, isyan, macera, sınırsız merak, kavak yelleri…

 

3-    Arkadaşlık nedir? Örneğin bir biletin arkadaşa ulaştırılması ne kadar önemlidir?

Arkadaş ekmekten önce gelir aile  adabımızda..Hele bir de  “o arkadaş” hareket kabiliyetinde  muhtaçlık düzeyindeyse ve çok kısa bir süre sonra bu hayatta olmayacağını biliyorsanız, arkadaşın bileti gelecekten bile daha önemlidir..

 

4-    “Çelik ve demirden oluşmuş bir dev gürültü” üzerinden geçerken insanın aklına neler gelir?

Gariptir onu hala çok net hatırlıyorum. Başımı isteyerek kurtardığım da hafızamda.. Çok korkmuştum.  “İnsan, trene aşağıdan baktığında çok korkunca, nereye sığınmalı,” diye düşündüğümü biliyorum. Ve bulamadığımı da…

 

5-    Dokuzu beş geçe tren arkasında sizi “eksik” bir halde bırakırken korku ne anlama gelir?

Korku trenle gitmiştir artık, geride kederli bir sükunet bırakıp..Geride ağır bir hafifleme bırakıp..

 

6-    Raylar üzerinde bedenin “eksik” oluşu ilk kez görüldüğünde insan neler hisseder? Utanır mı? Ambulanstaki sağlık görevlisine ne der? Ondan hangi sözcükleri, hangi tınıları duymak ister? Ya da neleri duymak istemez?

Tam olarak ne kadar eksildiğini anlamak istemez insan. Birazını geri almayı ümit eder, mesela parçalanmış kolunun bir kısmını.. En güçsüz anında olduğunu bilir, en güçlü  zamandayMIŞ gibi yapar..

 

7-  Onca kesip biçme sürecinde hekimden ne bekler bir hasta ve insan olarak?

Hasta olarak hekimine şımarıklık yapar. Onun işlerini zorlaştırmak için tuhaf isteklerle pazarlık yapar. İnsan olarak hekimine tapar. Nasıl kutsal olduğunu bilir karşısındaki beyaz gömlekli Tanrısal mucizenin..

 

8-  Hayata hiç mi küsülmez? İnsanın hayata küsme ve gücenme hakkı yok mudur?

Kinle küsmekle , nazlanarak gücenmek arasında bir seçim çıkar  önünüze..Kin duygusu bana çok fazla gelir, bünyeme oturmaz yabancı madde gibi.. Onun için nazlanarak gücendim elbette biraz. Bu bana hızla  barışmak için çok kullanışlı geldi..

 

9-  İyilik nedir? Ya kötülük, ya normal, ya anormal.. “Yeni” bedenle bir dergide görünmek çarpık toplumsal algılarımızı düzeltir mi?

Bedenimi öylece orta yerde sergilemek ve bu bedenin barışık olduğum bir parçam olduğunda diretmek ülkem için çok yeniydi. 90 lı yılların sonu, kusursuz estetiğe taparken devasa bir toplum basbayağı bir itirazdı.. Sonra anladılar ki ( ya da anlamayanlar susmak zorunda kaldılar ki) insan olduğuyla yargılanamaz..

 

10-  İnsanın olgunlaşmasında acı duygusunun yeri nedir? Bu duygu birkaç ağrı kesici ile giderilebilir mi?

Acıyı taşıma biçimi, aramızdaki  soyluluk  sınıflamasının en belirleyici ölçeğidir bence.. Ben mizahla taşıdım ve bu sanırım bana güç verdi… Annem;  tarihe bir atasözü bıraktığımı söyleyip dalga geçer benimle.. “Mizah en iyi ağrı kesicidir.” Ve en çok kendi üstüne yaptığın mizahın dozu ağrı keser..Biz de fazla gülmek, fazla mizah özgürlük çağrıştırdığından pek hoş karşılanmaz. Ama çok ironik olarak en olgunların  en fazla mizah yapabilenler olduğunu düşünmüşümdür hep..

 

11-  İnsan, kendi yaralarını ancak “öteki”nin yaraları ile sarıp sarmalayınca mı şifa bulur?

Gariptir ki, kazadan sonra başımı kaldırıp etrafıma baktığımda ne kadar çok sarılacak yara olduğunu gördüm. Ve sanırım “fırsatçı” doktorlarım da bunu yakalamış olmalılar ki beni koğuş koğuş gezdirip, acı pansumanı yaptırdılar. Sonuçta sapasağlam iyileşen ben oldum.

 

12-  Şafak Pavey bir küfür sözcüğü olarak kullanılan Ermeni’lerin gazetesi olan Agos’ta neden yazar? Toplumun en karanlık kuytularında “ibnelerin örgütü” olarak tanımlanan Kaos GL’in düzenlediği sempozyumunda neden konuşur? Yoksa bedeninin “eksilmesi” toplumdan “eksiltilenleri” mi keşfettirmiştir ona?

Bedenimin eksiklerinin beni oldukça keskin dönüştürdüğünü hep düşünürüm. Ama ne kadar içinden geçtiğim aile değerlerinden ne kadar  bedenden dönüştüm, bunu ölçemiyorum..

Hrant, 96 da Agos’u çıkarırken çok yalnızdı. Çok küçük bir gurup destekliyor, büyük bir grup başının belaya gireceğini söylüyordu. Yukarda da söyledim bizde arkadaş ekmekten önce gelir. Madem onun başı derde girecek, ortak olarak girmeli diye düşünmüştüm.  Ermeni olmadan da Ermeni olmanın dayanılmaz aşağılanmasını paylaşmak ona da bana da iyi gelir diye düşünmüştüm.

Kaos yine öyle.. Kim karar veriyor bazılarımızın ırkının, bazılarımızın cinsel seçimlerinin küfür olarak kullanılabileceğine..Karar vericiyi bilmediğimiz önyargıları değiştirme gücünü  ; ancak “ondan olmadan onun yanında durursak” yaratabiliriz, diye inandım hep..

 

13-  “Johnny Walker” ve “Helga” kimdir? Neden isim koyar insan?

Protezlerime isim taktım çünkü onlar hayatıma yeni girmiş yabancılardı. İletişim kurabilmem için isimleri olması gerekiyordu.

Kendinle dalga geçme geni bizde çok baskın. İlk protez bacağı kullanmaya başladığımda baktım ki yönetemiyorum, o canının istediği yere atıyor adımları yalpalanarak; olsa olsa sarhoştur, dedim. Ve o gündür bugündür bacak protezimin adı Johnny Walker  kaldı.

Sonraları, yabancı gelin alma ülkesi değişip, Nataşa kod adına döndü ama benim kaza geçirdiğim dönemde Avrupa’dan gelmiş uyumsuz gelinlerin kod adı Helga’ydı ve onlarla ilgili hep olumsuz haber yayınlanırdı. Kol protezim hantal ve uyumsuz olunca Helga adını takmıştım.. Bu isimler bizi uzun süre eğlendirdi..

 

14-  “Protez”e ulaşamayan insanların karşısından insan kendi protezine bakıp ne düşünür? Ondan utanır mı? Onun üzerini örter mi? Ya da neden örter?

Protezim oldukça hafif ve pahalı. Diz için elektronik beyni var. Kullanan bilir, insan bir protezden ne bekler? Hafif olmasını ve mümkün olan en fazla hareket imkanını.. Bunu yaptırma imkanı olmayan birinin yanında protezini göstermek çok ağır gelir bana.. Savaşlar, yoksulların bedel ödediği alanlardır. “Kahraman” olarak gönderip, ölmeyip sakat kalırlarsa “insan yükü” olarak geri aldığınız  “Savaş artıklarının” alanlarıdır. Muhtemelen benim ulaştığım teknik imkanlara ulaşması  oldukça güç olacak  olanların yanında, kendi imkanlarımdan kesinlikle ve elbette çok utanır , imkanlarımı mümkün olduğunca saklarım..

 

15-   Protez bacaklı bir kadın protezi kırılıncaya kadar dayak yiyince ne hisseder? Kadın olmak nedir bu ülkede?

Dayak yediğimde beni şaşırtan dayağı atan olmamıştı. Dünyanın her yerinde bir insanı döven başka bir insan çıkabilir. Aramızdaki farkı; hukukun, polisin ve hastanenin dayak yiyenle dayak atana karşı duruşları belirler. Beni şaşırtan hukuku, asayişi ve sağlık hizmetini temsil edenlerin davranışları olmuştu.

Polis, hâkim ve hekim birbirlerinden habersiz olarak bana aynı soruyu sordular: “Gece yarısı Beyoğlu’nda sakat bir kadının ne işi olabilirdi?”  İronik olan İsveç Büyükelçiliğinde Kadına karşı Şiddet toplantısından dönüyor olmamdı.  Ama annem çok radikal biridir. Polise, “Varsay ki; fuhuş yapıyordu, vatandaş haklarından yararlanmayacak mı, bu durumda,” diye meydan okuduğunu hatırlıyorum. Ve sonra sanık beraat etti. Muhtemelen benim bedenime bakmadan uygunsuz bir saatte sokakta olmam kültürü hukuku etkiledi.

Ama bununla çelişen paralel başka bir kültür daha var sokakta. Bir yıl sonra beni döven bey aracılar koyarak özrünü kabul etmemi istedi.  Çünkü delikanlı âleminde sokakta engelli dövmesi asla bağışlanmamış. Sokağa çıkabilmek için benim onayıma ihtiyacı vardı.

 

16-   Vücudun bir parçası olmadığı için protez bacağın kırılması “darp” sayılmadığında öfkelenir mi insan? İşte tam da bu durumda kendisinden ya da protezinden değil ama insanlıktan utanır mı?

Kesinlikle çok şaşırdığımı ama öfkelenmediğimi hatırlıyorum..Toplumumuzun dilinden düşürmediği büyük merhamet gösterilerine rağmen aslında engelli olmanın en küçük bir parçasına bile yabancı olduğunu anlıyor insan. Toplum yabancı olunca hukukta da yer bulmuyor. Oysa sizin sol bacağınız her ne ise hukuk karşısında benim de sol protezim aynısı olmak zorundadır. Çünkü işlevleri aynı… Hukuk fakültesinin ilk dersinde, vicdanınıza aykırı gelen şey hukuktur, diye öğretirlermiş..  Bence bu öğreti üstünde daha hayli kafa yormamız gerekiyor, sanırım..

 

17-   Son olarak; size etek de pantolon da çok yakışıyor sayın Pavey. O halde etek ve bacak neden bu kadar fazla yer işgal ediyor hayatımızda?

Milletvekili olmadan önce biri bana ülkenin çok önemli bir siyasi konusu olarak kendi bacağımla ilgili 3 kez basın toplantısı düzenleyeceğimi ve yüzden fazla medya kuruluşuna demeç vereceğimi söyleseydi, Aziz Nesin öykülerinden çalınmış bir mizah olduğunu düşünürdüm. Ama ben bunu yaptım hem de büyük ciddiyetle..

İlginç olan kolumda protez ama her nedense bu siyasi olarak ilgi çekmiyor. Çünkü sanırım bir bacağın mekanik olarak görünmesi,   önyargıları hayli zorluyor.  Ve bana sürekli olarak pantolon giymem telkin ediliyor.  Estetik kaygıların ne kadar muhafazakâr olduğunun da bir yansıması sanırım.

Milletvekili olmadan önce oldukça mütevazıydim. Bacağımla göz önünde, barışık yaşamamın pekte önemli bir cesaret olduğunu düşünmemiştim. Ama şimdilerde üstüme bir kibir geldi. Meğer nasıl katı bir kuşatmaya karşı direnmişim.  Basbayağı önyargıları sallamışım)