Şafak Pavey – T’24 BLOG /  28.12.2013 
 
page_herkesin-bildigi-sir-uludere_823506114

‘Uludere olayının sırrı; PKK’nın 3 yöneticisinden biri olan Fehman Hüseyin isminde gizlidir’

Masamın üstünde, Uludere ve köylerinden söz edilen 6 Mayıs 1990 tarihli bir Meclis tutanağı duruyor: “Gerçeği bilen, bu meseleyi istismar etmez; çünkü o yörede geçim kaynağı olarak, bir hayvancılık vardır ve bir de sınır ticareti vardır, hatta kaçakçılık da yaparlar; başka geçim kaynağı yoktur. Gitmezse, oradan almazsa, gelmezse, başka türlü iş yapacağı yok. Hayvanı olmayan da başka iş yapamaz; o yörenin gerçekleridir bunlar.”

Tutanaktan anlaşılan, Uludere’de kaçakçılık ve sınır ticaretinin bir yaşam tarzı olduğu en azından 20 yıldır resmi olarak biliniyor. Oysa Başbakan; “Burada terörist mi, yoksa kaçakçı mı oldukları bilinmiyor. Terör örgütünün mensubu da sivildir. Ama o sivil görüntü altında teröristtir. Bunları görmeden ilk günden itibaren hep sivil, sivil, sivil… Ben buna da bir beyin yıkama ameliyesi diyorum.” demişti. Tutanağı okuyunca, Uludere’de beyin yıkama eylemi olduğunu daha çok anladım. Ama hükümetin eylemi olarak… Uludere için, yakın tarihe dönüp bakarsak, bugünü anlayacağımızı düşünüyorum.

28 Aralık 2011 gecesi henüz birkaç aylık acemi milletvekiliydim. Gece yarısını birkaç dakika geçe yabancı bir ajanstan gelen haberle sarsıldım. Uludere’de ilk tespitlere göre otuzdan fazla kaçakçı çocuk bombalanarak öldürülmüştü. Bir tweet yazdım:

“Kar don tutmuş Uludere’de… Issız sınırda yaşamak için mazot taşıyor çocuklar. Kaçak mazottan daha ucuz hayatları yoluna girmeyen çocuklar.Ansızın bombalar iniyor başlarına ve şimdi defnedilecekler. Yanlış olan nedir! Nedir vicdanlarımızı ağır bir zincirle bağlayan..”

Birkaç dakika içinde neye uğradığımı anlayamadığım bir saldırı kampanyasının içindeydim. O sırada AKP’nin sosyal saldırı kıtalarından, komutla saldırıp komutla sustuklarından haberdar değildim. Hükümet taraftarları bombalanmış kaçakçı çocukların “PKK’lı” olduklarından emindiler!? Suçlamalar şöyleydi. “Müslümanlara komplo, MOSSAD, dış güçler, hükümeti devirme planınız işlemez…”

Gece yarısını geçmiş o saatte “görevliler” ayaktaydı ve daha henüz ülke çoğunluğunun bile haberdar olmadığı bir katliamın “kim tarafından ve neden” yapıldığını biliyorlardı. Saldırgan bir siper halindeydiler.

Hep söylerim; ülkemiz başkaları için utanç olacak konularda aklı almaz derecede şeffaftır diye… Gerçek anlamda, ‘O gece’ nasıl bir ülkede yaşadığımızı anladım. Hükümet doksan sene sonunda, “zorla modernleştirilmiş Müslüman toplumun” rövanşını almıştı.Her ne nedenle olursa olsun iktidara soru sormak doğrudan dine ihanetti. Velev ki; “Yanlışlıkla öldürülmüş kaçakçı çocuklar bile olsa!”

Uludere haberi Wall Street Journal’da  yayınlandığında Başbakan; “Belli medya kuruluşları bir görüşü, belli medya kuruluşları farklı siyasi görüşü destekler. Amerika’da da bu var. Wall Street Journal’ın da var. Mevcut yönetimi zora düşürmek için bu uydurma haberi yapmıştır” demişti.

Bugün aramızdan herhangi biri Uludere’yi yabancıların yaptığını düşünüyor mu? Uzun zaman sonra Uludere’yi MOSSAD’ın ve CHP’nin yapmadığı ortaya çıktı. Devlet zafer uğruna büyük risk alarak “yanlışlıkla” yapmıştı.

Partimiz TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi Levent Gök’ün Uludere Raporu’na koyduğu şerhinde de gördüğümüz üzere, Uludere herkesin bildiği bir sırdır.

Gün ışığına çıkan gerçek; öldürülen çocuklar, yüce iktidar sürdürülebilirliği karşısında zerre değerde olmadıkları için gerçek sayılmamaktadır.

Bombalanan çocukların sivil kaçakçı vatandaşlar olduğu gerçeği hükümet tarafından; daha bombalama esnasında bilinmesine karşın karanlıkta bırakılmış, bana saniye saniye gönderilen hakaret tweetlerinden de anlaşılacağı üzere PKK’lı oldukları algısı yerleştirilmiştir.

Uludere olayının sırrı; PKK’nın 3 yöneticisinden biri olan Fehman Hüseyin isminde gizlidir. Kudrete doyamayan hükümet; 1999 yılında Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıyla DSP’nin  kazandığı siyasi zaferin benzerini hesaplamış, Kürtlerle barışa mecbur kalmadan iktidarını perçinleyeceğini hayal etmiştir. Bu büyük zafere ait bilgi ve emirlerin doğrudan Başbakan tarafından yönetilmediği ihtimali sıfırdır.

Kasım 2011’de; “Fehman Hüseyin’in sınır bölgesine yakın bir yerde olduğu” istihbarat bilgisi hükümettedir. Dolayısıyla risk alınmış, içlerinde Fehman Hüseyin’in olduğu sanılan ve kaçakçı olduğu bilinen gruba bütün riskler göze alınarak atış emri verilmiştir. Hükümet, on gündür izledikleri yol için hâlâ “biz kaçakçıların gittiğini görmedik” diyebilir mi?

Olayın daha ilk anından itibaren, psikolojik propaganda kampanyası kapsamında bunu defalarca söyledi. İnsan hayatının devlet tarafından korunması ilkesi, devlet eliyle iflas etmiş, propaganda zaferiyle sonuçlanmıştır.

Devletin şeffaflığı ve insan hakları alanında önemli bir milat olan Uludere olayında, devletin her ayrıntısını başından bildiği olayın gerçeklerini açıklamaması, zamana yayılarak unutturması ve karartması bir hükümet politikası olmuştur.

Uludere’de bana dehşetengiz büyük resimden bile daha acı gelen kimi ayrıntılar var:   Çoğunluğun da korucu olduğu köyde, devletle korucu arasında son derece canlı ve birbirinden haberdar bir ilişki bulunmaktadır. Asker ve korucular birlikte PKK’ya karşı nöbet tutup sınırı gözetlemektedirler.

Bu ilişki, beraber savaştıkların tarafından öldürülmek ve cenazeni “düşman saydığın tarafın” kaldırmasıyla sonuçlanınca, taşınan nasıl ağır bir yüktür?

Bombalamadan sonra köylüler olay yerine yürüyerek gitmişler, cenazelerini katır sırtında köye getirebilmişlerdi. Olay yerine herhangi bir askerî ve sivil kurtarma ekibi gelmemiş, acil müdahale edilseydi kurtulabilecek kimileri kurtarılamamıştı.

Grup, top atışı başlayınca; kendilerinin “tanış kaçakçılar,*” oldukları mesajını verebilmek için bir araya toplanmıştı. Muhtemelen ölürken bile devletin yanıldığını sanıyorlardı. Hüseyin Fehman’ı yakalamak için kendilerinin bilerek feda edileceğini herhalde hayal bile edemezlerdi.

Hükümetin hiç doyurulamayan siyasi zafer ihtirası için canları feda edilmişti. Tıpkı onları öldürürken yanılttıkları gibi, bizi de onlar hakkında yanıltması, hükümetin propagandanın geleneksel gücüne doyamadığının en ağır kanıtı olarak vicdan tutanaklarımıza kaydedildi.

Elimizde kalansa definleri kaçak mazottan daha ucuz çocuklara dair vicdanlarımızı ağır bir zincirle bağlayan ağır sessizlik oldu…

 

Dip Not*: Bir insan hakları ihlali olarak son nefeslerinde yanıltılarak öldürülen 34 insanımızın; beşi 13 yaşında, (Orhan Encü 1998, Erkan Encü 1998,Muhammed Encü 1998, Bedran Encü 1998,Şivan Encü 1998,); biri 14 yaşında (Savaş Encü 1997,); ikisi 15 yaşında (Celal Encü 1996,Serhat Encü 1996,); dördü 16 yaşında (Selahattin Encü 1995, Salih Ürek 1995, Yüksel Ürek 1995, Bilal Encü 1995,); beşi 17 yaşında (Aslan Encü 1994, Şerafettin Encü 1994, Mahsun Encü 1994, Cemal Encü 1994, Vedat Encü 1994,) ikisi18yaşında(Özcan Uysal 1993, Salih Encü 1993,) dördü 19 yaşında irvan Encü 1992, Nevzat Encü 1992, Cihan Encü 1992, Adem Ant 1992,) ikisi20yaşında (FadılEncü 1991, Hüseyin Encü 1991,); ikisi 21 yaşında (Seyithan Enç 1990, HamzaEncü 1990,) yedisiyetişkindir (Selam Encü 1989, Mehmet Ali Tosun 1987, Zeydan Encü 1986, Nadir Alma 1986, Hüsnü Encü 1981, Osman Kaplan 1980, Selim Encü 1973), 27 si aynı aileden, tamamı yeşil kartlı, 27’sinin ailesi köy korucusudur.