07 Mart 2013

Sayın Basın Mensuplarının Dikkatine;

 

Bilindiği üzere 7 Mart 2013 günü Filistinli Gazeteci Kaddumi ve ABD’li gazeteci Austin Tice’ın özgürlüklerini kazanmaları ve/veya akıbetlerinin ne olduğu hakkında bilgi alabilmek ya da sevinçli bir sonuç alabilmek üzere Şam’ı ziyaret etmiş bulunmaktayız.Ülkemiz, Suriye’de yaşananlardan kaçınılmaz olarak en çok etkilenen ülkedir. Ve gelecekte de en çok etkilenecek ülkedir. Ortadoğu’da olacaklar asla kolayca tahmin edilemez. Gazeteciler ve insani yardım görevlileri için gittik.  Son derece insani amaçlarla gittik.  Umarım bu çabalarımızın sonuçlarını yakında alırız.

Hükümetin Suriye politikası çok sorunlu ve tehlikeleri hesaplanamamış bir politika. Türkiye bölge gerçeğini yeterince iyi analiz etmedi. Suriye’nin tarihsel, siyasi, etnik ve dini yapısının bizimle bağlaşık olduğunu görmezden geldi.

Propagandist saldırıların bir savaşa karşı durma cesaretimizi etkilemesine izin vermeyeceğiz.

Bizi diktator desteklemekle suclamak havada kalır. Hayatlarımız buna cevaptır. Cunku hepimizin hayatları ortada. Ömrümüzü insanın daha iyi olması için harcıyoruz. Aslolan insandır. İnsan için savaş magdurları için en küçük bir umut gördüğümüzde en büyük çabayı sunmak bizim insani görevimizdir. Bundan ötesi ile ilgilenmiyorum.

Esad’ı destekliyorsun tekerlemesinden daha acil olan topraklarımıza kimleri aldığımızdır. Bu yapı asıl Türkiye için risk taşıyor. Sonuçları uzun dönemde Türkiye’nin tek başına yönetebileceği riskler değil. Oldukça kaygan. Dünyada her devlet radikal militanları sınırlarından uzak tutmaya çalışırken, biz gönüllü olarak içimize davet ediyoruz.

Her 10 Suriyeliden biri savaş nedeniyle yerinden oldu. Bir milyon Suriyeli mülteci kamplarında… Buna ülke nüfusunun yüzde dokuzunu kapsayan Hristiyan mülteciler dâhil değil. Rejim yanlısı kabul edildiklerinden mülteci kamplarına alınmıyorlar. Sadece kamplar değil, Türkiye’nin muhaliflere büyük desteği sonucu kendilerini İstanbul’da bile güvende hissetmiyorlar.  Uluslararası kurumlardan ‘yerleştirilme’ ümit ediyorlar ama böyle bir şansları yok.

İskenderun’da Suriyeli bir aile ile karşılaşıyorum. Suriye’den çıkalı birkaç ay olmuş. Hristiyan oldukları için mülteci kamplarına alınmamışlar. Ellili yaşlarını süren baba çok üzgün… Artık umutları gibi paraları tükenmiş. Ne yapacaklarını bilmiyorlar. İçinde bulundukları duruma rağmen onlar savaş dramını en hafif geçirenlerden… En azından aileden kayıp yok.

Hatay’da olup bitenler sansürlenebilir ama bu her şeyin yolunda olduğu anlamına gelmiyor. Savaş öncesi Hatayla şimdiki Hatay’ı kıyaslamak yeterli.
Bugün muhaliflere para ve silah vererek liderlik yapan üçlüden Katar ve Suudi Arabistan işler beklediği gibi gitmezse, ya da (tam da bekledikleri gibi) giderse kapılarını kapatır ve para kaybından başka bir zarar görmezler. Ama Türkiye onlarla aynı lükse sahip değil.

Elbette Suriye’nin yenilenmeye ihtiyacı var. Olağanüstü hal yasalarına son verilmesine, özgür basına, adil bir yargıya, siyasi tutukluların serbest bırakılmasına ihtiyacı var. Lübnan’a karışmamayı kabul etmeli. Kendi ülkemiz için istediğimiz her türlü reforma Suriye’nin de ihtiyacı var kuşkusuz. Ama bunların bir iç savaşla yoluna gireceğine inanmıyorum. İç savaşların yıkım ve genetik kinden başka bir şey getireceğine inanmıyorum.

Bütün bu tehlikeleri hem kendime hem de ülkemize hatırlatmak için;
Dünya kadın gününü milyonlarca kadının ailelerini koruyabilmek için çok ağır zorluklar ve geleceklerinin tehdit altında olduğu bir yerde anmak için; Kendi ülkemizde barıştan söz edip , başka ülkelerde savaşın tarafı olanlara, bunun yanlış olduğunu hatırlatmak için Suriye’ye gittim.
Bir savas var ve bunun en büyük mağduru kadınlar. Dünya kadınlar gününde Savaşın kadınları iki kere daha fazla vurduğunu  hatırlamak için; Telafi edilemez kadın çöküşüne ve aile yıkımlarına karşı ne yapılabiliri konuşmak ve insani çabalara nasıl bir katkı sunabilir diye Suriye’nin first ladysi ile de görüşmek istedim.
Elimizden gelen her şeyi yapmanın bir insanlık görevi olduğunu düşünüyorum.

Saygılarımla,
Şafak Pavey