14 ARALIK 2013
 

BETON VESAYETİ VE EKOLOJİK BORÇLULAR

Artık, ağaçlar suyumuzu, havamızı temizleyip, bize cömert mucizevî yiyeceklerini veremiyorlar. Vahşi iştahımızla baş edemediler.. Toprağın betonlaştırılmasından kaynaklanan değişikliklerden ötürü;  artık atmosferdeki karbonu temizleyemiyorlar.

Ormanlar yok oldukça, doğanın bugüne kadar bize karşılıksız sunduğu hizmetler yok olacak. Ormanlar sayesinde elde edilen ilaçları bu durumda nasıl elde edeceğiz?

Ağaçların; yapraklarla, kökleriyle, dalların eğimiyle verdiği işaretleri okuyabilseydik; doğaya bunca zararı vermemiş olacaktık. Ağaçlar bize hayatın yolunu gösterir.  Örneğin; Okaliptüs ağacının yapraklarında bulunan altın parçacıklarının topraktaki altın yatağını işaret ettiği keşfedildi. Bilim bize aynı ipuçlarını demir, bakır, kurşun gibi madenlerin aranmasında da kullanılabileceğimizi söylüyor. …

Dünyadaki ilk elma ağacı Kazakistan’da yaşamış. İlaçlamadan; ürün alabilmek için bu yabani elma ağacının genine ihtiyacımız var. Ancak çarpık şehirleşme bu büyük ağaç servetini daha şimdiden yüzde seksen oranında yok etti.

Doğal sermeyenin ve ormanların yok olması yılda 2 trilyon ile 5 trilyon dolar arasında kayba yol açıyor.

Doğal hayatın korunması ile ilgilenen uzmanlar bizi bıkmadan uyarıyorlar: “Küresel Mali kriz bir felaket olabilir ama karşı karşıya olduğumuz ekolojik resesyonla karşılaştırınca solda sıfır kalıyor. “

Ormanlar azaldıkça doğa, o zamana dek karşılıksız sağladığı “hizmetleri” durduruyor. Doğa bu hizmetleri sağlamayı durdurunca, görev; insan ekonomisine düşüyor.

Şehrin ve ülkenin betonla talanı kuşkusuz çok öncelerden başladı. Ancak bu talanın çılgın bir kalkınma olarak beyinlerimize işlenmesi bu hükümetle başladı!

Cumhuriyetin yüzüncü yılı olan 2023’te , küresel bir ekonomik güç haline gelmek  amacıyla ülkenin nehirlerinde binlerce baraj ve hidroelektrik santrali projesi başlatıldı. Nükleer santraller ve İstanbul için açıklanan “çılgın proje”ler metafor olarak değil gerçekten çılgıncaydı.  2023’e dek; ‘İnşaat şirketlerine’ :

1-    4 bin hidroelektrik santral hedefine ulaşılması için köyleri boşaltmak,

2-    Özel araziye el koymak,

3-    Hazineye ait ormanları kesmek

4-     İnşaat kısıtlamalarından azade olmak gibi ‘olağanüstü yetkiler’ verildi.

 

AKP vesayet sözcüğünü kullanmayı çok sever. Ben de kullanıyorum.  Yarattıkları bu duruma  ‘beton vesayeti’ diyorum.

Sundukları bütün projeler,  zaten alarm veren doğal kaynakların tahribatını kesinleştiriyor.  Ancak öte yandan anlaşılmayan bir tuhaf çelişki içindeler. Kaynakları yok ederken nüfusun çoğalması üstüne büyük milli projeler yürütüyorlar..

Üçüncü Köprü uğruna başlatılan doğa katliamı,  aynı zamanda şehrin kaldıramayacağı kadar bir nüfusu da çağırmasıyla sonuçlanacak.

Her politika birbiri ile inanılmaz şekilde bağlantılı ve inanılmaz şekilde bir diğerinin akıbetini felakete sürüklüyor.

Türkiye, kendisini Rusya, Orta Asya ve İran’dan Avrupa’ya uzanan gaz hatlarının kavşak noktası haline getirdi. Ama enerji hayatı;  Tahran ve Moskova’nın daha çok insafına kaldı.

İran dört yıl önce gazı kesip, İstanbul’da fiyatlar tavan yaptığında yaşananları hatırlarsanız nereye bağlı olduğumuzu da anlayacaksınız.

Enerji, AKP nin zaten aklının ermediği ve anlamadan kötü örnekleri taklit ederek baş etmeye çalıştığı bir alan.  Bu yetmezmiş gibi, geleceğimizi mahvedecek olan bir niyetle derelerimize sularımıza gözünü dikmiş…

Hükümet; “nehirlerin boşa akmayacağı ve gelecek 12 yılda hidroelektrik potansiyelin yüzde 100 oranında kullanılacağını”  söyledi.

İki yıl sonra;  kendi bakanı bu sözleri özür dileyerek tekzip etti:

(21 Kasım 2013 Hürriyet)

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar; “Türkiye, yılda 60 milyar dolarlık enerji ithal ediyor. Nükleer santral olmadan bu işin altından kalkamayız. HES’lerle de olmaz. HES’lerle ufak dereleri mahvediyoruz.: 10 megavattan az enerji üretecek HES’lere kesinlikle izin vermeyeceğiz. Bundan sonra yaparsak bizden bunun hesabını sorarsınız” dedi.

Deneme yanılma ile öğrenmişlerdi. Ama o arada Metin Lokumcu Hes mücadelesi için hayatını kaybetmişti.  O arada Tortumlu Leyla Yalçınkaya tutuklanmış ve yargılanmıştı. Bu durumda Heslerin doğal nehir ve dere yataklarımızı kurutacağını söyleyerek mücadele eden bizler haklıydık. Ama haklı olmamızın önemi yok, çünkü ne Metin Lokumcu ne de kurutulan dereler bir daha geri gelmeyecek.

Politik bir karar vermeden önce etrafımıza bakmalıyız; Dünyada ne hatalar yapılmış, biz bu dönüşü olmayan hatalardan nasıl uzak durabiliriz;

Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF), Londra Zooloji Derneği ve Küresel Etki Ağı adlı çevre örgütlerinin ortak hazırladığı Yaşayan Gezegen Raporu’na göre;

Doğal kaynaklara olan talebimiz, Dünya’nın sağlayabileceği miktarı neredeyse üçte bir aşıyor. Dünya nüfusunun yüzde 75’i tüketim oranlarının, doğanın kendini yenileme hızını aştığı ülkelerde yaşıyor ki; biz onlardan biriyiz. Kendi susamını bile üretemeyen bir ülke olarak, biz de  “ekolojik borçlular” danız.  Yaşamak için tarım alanlarını, ormanları, denizleri ve diğer ülkelerin kaynaklarını fazlasıyla kullananlarız…

“Doğal sermayenin” fütursuzca kullanılması, dünyanın gelecekteki refahını da tehlikeye atıyor.  Gıda, su ve enerji fiyatlarının aşırı yükselmesine yol açıyor. Yoksullaşmayı körüklüyor.

Durum bu şekilde sürerse, 2023’te yaşam standardımızı korumak için bir gezegene daha ihtiyaç duyacağız.

O halde AKP’nin çılgın kalkınma hamlesi ironik bir şekilde çökme hamlesi olarak çocuklarımızın felaketi olacak.

Dönüp bakalım. Örneğin hiç ilgilenmediğimiz iklim değişikliği bize ne yapacak?

”Sıcaklık iki derece artarsa; Güney Afrika ve Akdeniz havzasında yaşayanlar için su; yüzde 20, 30 oranında azalacak. Afrika’da 60 milyona yakın insan sıtmaya yakalanabilir. Kıyılardaki su baskınlarından yılda en az 10 milyon kişi etkilenecek.”

”Üç derece artarsa; Güney Avrupa kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya… 4 milyar insan susuz kalabilir. Kıyılarda su baskınlarından etkilenecek insan sayısı 170 milyona çıkabilir. Amazon ormanları yok olmaya başlayacak.”

”Dört derece artarsa; Akdeniz ve Afrika’nın güneyindeki su havzalarının yüzde 50’sinin yok olması; Avustralya’nın bazı bölgeleri ile Afrika’nın yüzde 35’inde tarımın durması demek. Kuzey Kutbu’nun bitki örtüsü yok olacak.”

‘Beş derece artarsa; Himalayalardaki buzulların muhtemelen ortadan kalkması, Londra, New York, Tokyo gibi kentlerin yükselen deniz seviyesinin tehdidiyle karşı karşıya kalmasına neden olacak.”

Atmosferin beş dereceden fazla ısınmasının sonuçlarını konuşmayalım bile..

Neden küresel ısınma ile ilgileniyoruz?  Çünkü ormanların varlığı ile doğrudan bağlantılı. Küresel ısınmanın başlıca nedeni,  karbondioksit gazıdır.

Ormanlar fotosentez sırasında karbondioksiti alıp oksijene dönüştürerek, bu zehirli gazı azalıyor ve ısınmayla mücadele ediyorlar.

Ormanlar ayrıca yerden aldıkları suyu buluta dönüştürerek, dünyayı güneş ışınlarından koruyan bir tabaka da oluşturuyor.

O halde bütün bunları bilerek biz; nasıl elimizde son kalmış Ormanlarımızı beton uğruna yok ediyoruz?

Kanada’da yapılan bir araştırma, insan eli değmeyen eski ormanların, atmosferden çok daha fazla karbon çektiğini ortaya koydu.

Ormanlar daha güzel görünsün diye, kuru dalları devrik ağaçları toparlamakta, yaşlı ağaçları kesmekte fazla ileri gittiğimiz anlaşılıyor. Çünkü ormanlarda yaşayan canlıların üçte birinin varlıklarını sürdürebilmek için ormanın el değmemişliğine ihtiyacı var.

Böcekler azaldığında, ağaçkakan gibi, bunları yiyerek yaşayan kuşlar beslenemiyor.

Balıklar da aynı şekilde… Ormanlık alanlardaki akarsularda düşen ağaç ve dalların yarattığı havuzcuklar balıklar için çok önemli.

Yani sadece ormanları kesmek değil, aynı zamanda fazla da el değdirmemek lazım. Doğa titizlik için bile olsa ona müdahale etmemizden pek hoşlanmıyor.

Biz ise değil müdahale, tamamen yok etmek üzereyiz.

KOS aktivistlerinden Olgun Çalışkan bize I. ve II. Köprü’den sonra betonlaşmanın önlenemez yakın tarihini hatırlatmıştı.  Buradan ne anlıyoruz; III. Köprü betonlaşmayı önü alınamaz obez bir iştaha döndürecek.

İstanbul’un çeperindeki orman ve su havzaları gerçekten çökecek.  Olgun Çalışkan’dan alıntılıyorum:

1-    “III. Köprü Projesi’nin kentin kuzey kesimleri üzerindeki yapılaşma ve nüfus baskısı değerlendirildiğinde en iyimser senaryoyla; 2B alanları ve özel orman alanlarında 924.400 kişi, tarım alanlarında 2.419.900 kişi, havza içi alanlarında 226.050 kişi, orman alanlarında 3.773.250 kişi olmak üzere, kente toplamda 7,3 milyonluk bir nüfusun eklenmesi söz konusudur!”

2-     “II. Köprü ve TEM’in faaliyete geçmesinin ardından, buralara yakın yerleşim alanlarından Gaziosmanpaşa’nın nüfusu 360, Ümraniye’nin nüfusuysa 305 bin artmış. Sultanbeyli’nin nüfusu 1985-90   arasında yüzde 2100 artarken, aynı oran İstanbul için yüzde 23’te kalmış.”

3-    “Günümüzde kent içi trafiğin sadece yüzde 11’ini Boğaz trafiği oluşturuyor. Bunun rakamsal karşılığı olarak; köprü araçları bir  milyon iki yüz bin kişi taşıyorlar.. Deniz trafiğini kullananlarsa sadece 400 bin kişi.”

4-    Metafor olarak asıl çılgın proje Deniz trafiğini kültürünü yerleştirmektir. Kamu kar gütmez. Gelecek kuşaklara en doğru şekilde yansıyacak,  geleceğe yönelik tasarrufları planlar.  İDO’yu özelleştirmek bize AKP’nin kamu yararına müdahale şansını da “kısa vadeli kâr” uğruna terk ettiğini gösteriyor. Öyle bir yönetim ki;  “çareyi” kuzey ormanlarını betonlaştırmakta arıyor!

5-    1994-2005 arası toplamda 45 km. metro yapabilen bir zihniyet, betondan para üreten çözümlerle İstanbul’un kaderiyle oynuyor: “Raylı sistemlerin toplu ulaşım sistemi içindeki payı Londra’da yüzde 72, Moskova’da yüzde 77, Paris’te yüzde 87 iken bu oran İstanbul’da sadece yüzde 12.”Yirmi yıllık bir kudretli yerel yönetim gücünün nasıl kullanıldığından söz ediyoruz.

6-    “Dünya Kenti İstanbul”da sadece bu kadarcık raylı sistem üretebilenlerin, önce bu alandaki ihmallerinin hesabını vermeleri ve bunu hızla düzeltmeleri gerekiyor. Deniz ulaşımından ve raylı sistemlerden azami biçimde istifade edemeyenlerin, gözlerini kentin akciğerlerine dikmeleri kabullenilemez.

Geleceğin ekolojik borçlular listesinden adımızı sildirmek istiyorsak; Gandi gibi ormanların önüne oturmak yapabileceğimiz en hızlı itirazdır. Ben çığlıklarımızı duymayan, felaketi görmeyen ve insanlığın geleceğini beton firmaları ile çalan hükümete, sadece ağaçlarımızın önünde oturarak direnebileceğimizi düşünüyorum. Ama daha iyi mücadele yöntemi duyarsam ona da katılacağımdan şüpheniz olmasın.

 

Saygılarımla