İşitme engelliler için verdiğim mücadelede TRT benim için alt bir hedeftir. Ana hedefim bütün televizyon kurumlarında ve sinema endüstrisinde bir lütuf olarak değil, bir insan hakkı olarak alt yazı sisteminin yerleşmesidir.

28 Ocak 2012 tarihinde AKP Milletvekili Sn. Bülent Turan’dan bir mektup aldım. Kendileri 2011 yılında izlediği televizyon programlarını anlayamadığı için ağladığını gördüğü işitme engelli bir çocuğumuza duyduğu merhamet hissi ile TRT Genel Müdürü’ne aktardığı alt yazı probleminin çözülmek üzere olduğunu; kendilerinden bir yıl sonra (2012 Kasım) verdiğim ‘İşitme Engelliler İçin Alt Yazı Kanun Teklifi’m nedeniyle beni sevindirmek için bilgilendirdiklerini ifade etmekteler.

Mektup karşısında ne anlayacağıma doğrusu bir süre karar veremedim: Milletvekilinin görünme telaşıyla “Bu meselenin asıl sahibi benim, ona göre!” niyeti mi, konuya hak değil merhamet bakışıyla dahil olma felaketi mi, beni sevindirmek istemesi mi daha tuhaftı?

40 YILLIK GEÇMİŞİ VAR

Aslında mektubu sessizce geçiştirecektim. Ancak parlamento gibi son derece çağdaş bir kurumda taşra kurnazı fırsatçılığından o kadar bunaldım ki, ortak parlamenter terbiyesini hatırlatmak istedim.

Alt yazı ilk defa 1903 yılında UncleTom Cabin (Tom Amca’nın kulübesi) filmiyle sessiz sinemada kullanıldı. Televizyonda ise ilk kez 14 Ağustos 1938 yılında BBC’de Arthur Robison’s isimli sunucunun programıyla başladı. Bildiğimiz teletext kullanımı ile işitme engellilerin alt yazı ile televizyon izleme imkânı; 1970’lerde İngiltere’de Oracle isimli sistemle, 1976’da BBC TV’sTelevision Electronic Characters (TEC) sistemi ile, SVT-Tele?Ekonomi’s sistemi ile 1981’de geliştirilmiştir.

BİZ siyasetçiler, insanın değerli olduğu sosyal devletlerde, bizden yıllarca önce keşfedilen, çok küçük bir bütçe ile çok büyük bir çözüm üreten bu buluşun sahibi gibi yapmak yerine, kırk yıldır hâlâ ülkemize taşıyamamış olmanın utancını paylaşmalıyız. Bu kırk yılın on yılına ait sorumluluk AKP hükümetine aittir.

Bu nedenle çok küçük müdahalelerle kendi insanımızın sıkıntılarını rahatlatma süreçleri hangi siyasi egolara ve hesaplarda tıkanıyor açıklamak istiyorum.

1- 2009 yılında BM Engelli İnsan Hakları Sözleşmesi’ne imza atmış AKP hükümetine, BM görevlisi olarak TV ve sinemada işitme engelliler için alt yazı zorunluluğu konusunda bağlayıcı brifing verdim.

2- Seçim çalışmalarımı 9 Mayıs 2011 tarihinde İşitme Engelliler ve Aileleri Derneği’nde başlatarak bu konuda çalışacağıma dair kamuoyuna açık mektupla söz verdim.

3- 5 Ekim 2011’de Sayın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’le yaptığımız görüşmeyle küçük çözümleri hızla uygulamaya koymak konusunda yaptığımız görüşmede engelli sorunları araştırma komisyonu kurulması ana başlığının 2. Maddesi işitme engelliler için alt yazı konu-suydu.

4- TBMM’de bütün çalışmalarında işaret dili tercümanı bulunduran ilk ve tek milletvekili olarak bütün siyasi partilerimizin grup başkanlarını, Engelli Sorunları Araştırma Komisyonu Kurulması ortak konusu ve İşitme Engelliler için TV ve sinemada alt yazı ihtiyacı hakkında ziyaret ettim. Bu arada yeri gelmişken TBMM’ye bütün başvurularıma rağmen genel kurula işaret dili tercümanı aldıramadığımı da not edelim.

5- Bu görüşmelerden sonuç alamayınca TRT ve diğer televizyon ve sinema endüstrisinde yaptırım gücü olan RTÜK Başkanı Sn. Davut Dursun’a kamuya açık bir mektup yazarak ve karşılıklı ziyaretlerde bulunarak söz aldım. (3- 17 Nisan 2012)

6- Siyasi tablomuzun insana dair sıkıntılarda uzlaşma ile çözüm sunamayacağını anlayıp, 10 Aralık 2012’de konuyla ilgili kanun teklifimi sundum.

Ayrıca işitme engelliler için verdiğim mücadelede TRT benim için alt bir hedeftir. Ana hedefim bütün televizyon kurumlarında ve sinema endüstrisinde bir lütuf olarak değil bir insan hakkı olarak alt yazı sisteminin yerleşmesidir.

KRONİK ALIŞKANLIK Elbette, TRT’nin bu çalışmayı (tuhaf bir partizanlıkla Sn. Bülent Turan’ı kredilendirerek) başlattığını ilan etmesi son derece sevindiricidir. Kendilerine teşekkür ediyorum. Ancak topluma rol model olması gereken siyasetçinin çakma kredilerden medet umması ayıptır. Yapmamız gereken, insana hizmette gecikmiş parlamenterler olarak insanımızın çektiği çilelerden sorumlu olarak utanmaktır.

Bu tarz yaklaşımlarla muhalefetin çabalarını iktidar gücüyle gördürmezden gelip, üstelik bu konulardaki emekleri iktidarın güç sarhoşu kibriyle ellerinden çalındığında; insanımızın menfaatleri için ortak çalışması gerekenler, emek hırsızlığı ile karşılaştıklarında ülkedeki uzlaşma yerine kutuplaşma keskinleşiyor. Hani kul hakkı en temel ilkeydi? İktidar vekilleri artık bu kronik alışkanlıktan vazgeçmelidirler. AKP lideri her zaman muhalefetle uzlaşmadan söz ediyor ama bunu uygulamada gerçekleştirmek, ahlaklı ve medeni bir siyasi anlayışı ülkemize taşımak için katkı yapmak isteyen milletvekillerine düşüyor. Saygıyla hatırlatılır.

 

31 Ocak 2013 Perşembe