Sosyal Demokrat Dergisi  / Şafak Pavey

14 Ocak 2015

safak-pavey-1

Oscar ödüllü Helen Miller, sadece İngiltere’nin değil uluslararası topluluğun çok saygın yıldızlarından biri. Çok iyi para kazanıyor. Ama günlük hayatında sıra dışı markaları, ultra lüks arabaları göremezsiniz. Onun bakışını ondan dinleyelim: “Bir yere seyahat edeceğim zaman banyo eşyalarım dışında yanıma pek bir şey almam. Uçaktan iner inmez doğruca Oxfam ya da benzeri bir ikinci el mağazasına gidip, kendime uygun kullanılmış birkaç giysi, ayakkabı ve çanta alırım. Seyahat tamamlandığında aldıklarımı yeniden bir ikinci el dükkanına bırakırım. Hem az yük taşımış oluyor, hem STK ve çevre hareketlerine katkıda bulunduğumu hissediyorum.“

Sosyal demokrasi birey kültürünün, sosyal demokrat ülke kültürünü belirlediği en mükemmel örneklerden biri olan Norveç’e, güzel kaya dantelleri ile işlenmiş küçük kuzey ülkesine bakarsak Helen Miller bakışına benzer bir tablo göreceğiz.

Norveç; çevreci petrol ülkesi…

Norveç, sosyal demokrasinin sunduğu ve yerleştirdiği eşitlikçi politikaların mükemmel örneğidir. Bizim ülkemizde hiç değeri olmayan bir dünya görüşü, kuzeyde bir refah mutluluğu üretmiştir. Yüksek güven duygusu, sosyal ve ekonomik refahın mimarıdır. Norveç’te simsiyah camları ile görgüsüz hayaletler taşıyan lüks araçlar, ünlü mağazaların veya ünlü gece kulüplerinin önünde kuyruklar göremezsiniz. Zenginliğin, toplumun asaletini bozmayacağına sağlam bir örnektir bu küçük Nordik ülke.

Birkaç yıl önce Baltık doğal kaynaklarının olağanüstü petrol ve doğal gaz geliriyle zenginleşen bu ülkede misafirdim. Norveçli bir yayıncı arkadaşım sohbet ederken, “Şu andan emekli maaşım muhtemelen yükselmiştir,” diye bir espri yaptı. Önce anlamadım; fakat öğrenince bir hayranlık ıslığı çalmamak için kendimi zor tuttum.

Sonsuz petrol yataklarına sahip Ortadoğu ülkeleri, dev petrol gelirlerini akıl almaz saçmalıklara harcarlar ve vatandaşlarını en kalitesiz hayatlara layık görürken; Norveç, bu doğal serveti dev bir devlet tasarruf fonuna yatırıyor. 800 milyar dolarlık bu fon, tüm dünyadaki tahvillerin %1’inin de sahibi ve her Norveç vatandaşını son derece zengin kılan bir yatırım. Fonun sıkı sıkıya uygulanan kurallarına göre, fondan arda kalan paranın sadece %4’ü kamu projelerinde kullanılabiliyor veya harcanabiliyor. Hatta verilere göre %4’ten bile az harcıyorlar, son derece matematik bakışlı oldukları için…*

Araştırmalara göre Norveç dünyanın en mutlu ülkelerinden biri. İran ise dünyanın en zengin petrol ve doğal gaz yataklarına sahip ikinci ülkesi, ama halkı yoksulluktan kırılıyor. Dünyanın en mutsuz ülkeleri arasında… Üstelik Norveç, petrolü Ortadoğu gibi kolayca çıkarmadı. Petrolü uzun bir sürede ve pahalı yüksek bir teknoloji ile elde ettiler. Şimdi petrol teknolojisini de dünyaya satıyor.

Norveç nasıl oluyor da ihtişam ve saltanat tuzağına kapılmıyor? Bu büyük zenginlikle mesela başbakana ya da kraliçeye dünyanın en pahalı uçağını almak, milli parkı tarumar edip, yerine görmemişin sarayını yapmak dururken, bu gözü tokluk neden?

Norveç’in, petrol gelirlerini safahat için savurmayıp her vatandaşını kapsayan bir emeklilik tasarrufuna yönelmesinin altında mükemmel bir güven duygusu yatıyor. Mükemmel bir kalite için önce mükemmel bir güven gerekiyor. Yönetenlerin parayı kötü ve şaibeyle yönetmeyeceklerine dair ortak toplumsal bir güven..

Başkalarının kendi paylarına düşeni yapacağına inanırsanız, siz de memnunlukla kendi payınıza düşeni yaparsınız. Toplum zengin olmayı değil geleceği düşündüğünde aslında bugününü imar ediyor; ve eğitimin değerini hiç ihmal etmediğinde.., Çocuk öğrenmeye giderken evine en yakın okula veya havuza en az riskle yürüyerek gidebildiğinde, arkadaşlarıyla yarışarak hasım duygusu değil, kendi yeteneklerinin fark edildiği dostluk duygusuyla tanıştığında başka bir insan üretiyorsunuz.

Üstelik Norveç krallık.., Ortak güven duygusunun zerresi ile tanışmamış ülkemiz ise, teorik olarak, parlamenter demokrasi ile yönetiliyor. Söylerken bile mizahi gelmiş olmalı. Bundan ötürü ben, nasıl yönetileceğimizi, nasıl yaşayacağımızı, nasıl eğitileceğimizi, hayat kalitemizi demokrasiden çok kültürün belirlediğine inananlardanım. Demokrasi kelimesinin her harfinin sonuna kadar tüketilip, bir siyasi manevra alanı olarak kullanıldığı kültürümüzde hesap vermenin, şeffaflığın kendimizi kandırmak için araçlaştığını düşünüyorum. Peş peşe yaşadığımız siyasi krizler beni haklı çıkarıyor.

Ortadoğu’da demokrasi kültürü…

Siyasi yapıda aynı kavramlardan, farklı içerik yaratmak bu yüzyıla özgü bir olgu… Sorunlara Batı kültüründen alınarak uygulanan çözümler, içine girdiği kültür tarafından bambaşka bir içeriğe dönüştürülüyor.

Günümüz ABD’si dünyaya herkes için demokrasiyi teklif ettiğinden bu yana ortalık hiç olmadığı kadar kan revan içinde. Herkes için demokrasi çok sihirli bir başlık, ama beklenen sonucu vermiyor. Sunulan yönetim bilgisi, anlamını koruyamıyor. Kumun cama dönüşmesi kadar tuhaf bir değişimle; içine girdiği kültür tarafından ilk haline hiç benzemeyen yeni bir elbiseyle karşımıza çıkıyor.
Bizim de dahil olduğumuz Ortadoğu’da, işler hiç yoluna girmediği gibi, politikaya da yeniden Tanrı mesaj vermeye başladı. Ve demokrasimiz katılımcılık üstüne değil, Tanrı’nın verdiği rehberlik üstüne yerleşti. Tanrı adına konuşanlar çoğunluk tarafından tartışmasız kabul edildiler. Bu yetkiyi nasıl aldıklarına dair kanıt vermeye ihtiyaç duymadılar. Ama bu bize ortak huzur ve ortak refah getirmedi. Ilımlı İslam demokrasisine eşsiz bir örnek diye yere göğe konulamayan Türkiye bugün ağır bir sosyal parçalanmanın içinde cebelleşiyor. En tuhaf ironi de ılımlı İslam demokrasisine eşsiz örnek olarak gösterilmelerine neden olan Cumhuriyet modernleşmesini yıkmaları…

Batıda; sağ ya da sol partiler seçmeni; hayat kalitesini yükselterek vatandaş memnuniyetini güvence altına alacaklarına ikna ettiklerinde oyları değişir. Bizde ve Ortadoğu toplumlarında hayat kalitesinin oy verme tercihinde önceliği yoktur. AKP yoksul kitlelere yüksek dozda ahlak politikasıyla ulaşıyor. Çoğunluğu göreve çağırıyor. Bu da yoksulların sadakatini garanti altına alıyor. Oyu veren fakir kalsın, oyu alan safahattan boğulsun.

Bizim gibi toplumlarda, yönetenlerin dini zırhları varsa, sefahatleri de hak kabul ediliyor. Sefalet ve sefahatin birlikte yükselmesi, dini sadakat sürdürüldükçe sorun olarak görülmüyor. Gelecek kuşakların hayat kalitesi değil, dindar ve kalabalık olması değerli oluyor. Çünkü güçlü olmayı, kaliteli hayat değil kalabalık olmak getiriyor.

Burada doğa politikaları, sadece orta sınıf şehirliye hitap edebilen sivil toplum örgütlerinden başkasını ilgilendirmez. Vergi, toplumsal bir sözleşme yükümlülüğü olarak algılanmaz. Avrupa’da bütün siyasi hareketler tek karış doğa için kıyamet koparırlar. Bizde hükümet beton üstünden para ve ölüm üretiyor.

Hükümet büyük çoğunluk ile seçilmesinden gurur duyuyor. Çoğunluğun hassasiyetleri öne alındığında oylar çığ gibi büyür; ama oran ne olursa olsun, çoğunluğun her isteği kamusal emre dönüştürülemez. Çoğunluğun hatırı için temel hak ve özgürlüklerden vazgeçilemez. Ve en ilginci, temel hak ve hürriyetler olmadan ve toplum buna değer vermeden, kaliteli bir hayatı kurmak imkânsızdır.

Toplumu bu fani dünya için daha kaliteli bir hayatın değerli olduğuna ve bunu yapma yeteneğimiz bulunduğuna ikna etme çabası, mükemmelliği kültür değeri olarak kavramamızın emekleme adımlarıdır. En azından bunu başarsak ayağa hızla kalkacağımıza inancım tam. İyi eğitilen iyi çalışır. İyi çalışan özgürdür, keşfeder ve yaratır. Çalışan ve keşfeden saygı görür.

İyi yönetimi bulmanın yolu sadece bu kadar basit; çünkü iyi hayat, ihtişam içindeki savurganlık gösterişinden değil ikinci el elbise giyerek Oscar kazanmaktan geçiyor. Çünkü toplumun gözünde yaptığın işin kalitesi, giydiğin elbisenin fiyatından daha değerli oluyor.

Norveç fonlarına dair bilgilerini kullandığım gazeteci Sarah Treanor’a teşekkür ediyorum.

Şafak Pavey,
CHP İstanbul Milletvekili,
safak.pavey@tbmm.gov.tr